HGKKambiyo Senetlerine Özgü Haciz Yolu

Asıl alacaklının “lehtar” değil de, lehtarın temsilcisi olduğu şirket olması- Menfi tespit-

Malen kaydı ile davalı adına düzenlenen bonoların asıl alacaklısı dava dışı şirket olup, davacı borçlunun lehtar davalıya değil de, lehtarın temsilcisi olduğu dava dışı şirkete borcu olduğu açık olduğundan tarafların buna ilişkin ikrarının dikkate alınması gerektiği- Tarafların asıl alacaklının dava dışı şirket olduğunu ikrar etmesiyle, kambiyo hukukuna ilişkin ilkelerin eldeki davada uygulama imkânı kalmadığı gibi, ikrarın da tarafları bağlayacağı- “Taraflar arasındaki temel ilişkinin ortadan kalkmadığı, bononun kıymetli evrak niteliğini ortadan kaldıracak bir durumun söz konusu olmadığı, sadece faturalara bakılarak bir sonuca ulaşılamayacağı, davacı dava konusu bonoları verdiğini kabul ediyorsa, mal almadığını ya da bono bedelini ödediğini ispat etmesi gerektiği” şeklindeki görüşün HGK çoğunluğunca benimsenmediği-

1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile dava dışı E. Mobilya Orman Ürünleri Tekstil San. ve Ltd. Şti. arasında kurulan ticarî ilişki nedeniyle müvekkili tarafından senetler imzalandığını ve senetlerden birinin de işleme konulduğunu, davalı ile müvekkili arasında ise hiçbir ticarî ilişkinin olmadığını, bu nedenle davalıya herhangi bir borcunun bulunmadığını, buna rağmen davalının müvekkili aleyhine İstanbul 26. İcra Müdürlüğünün 2012/18694 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlattığını, takibe konulan bono üzerinde “malen alınmıştır” ibaresinin yer aldığını, dolayısıyla davalının mal satımını gösteren fatura ve sevk irsaliyelerini ibraz etmesi, eş söyleyişle ticari ilişkiyi ispat etmesi gerektiğini ileri sürerek müvekkili hakkında yapılan icra takibinin iptaline, davalının alacağın %40’ından az olmamak üzere haksız takip tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının senetteki imzaya itiraz etmediğini, senedin şirket adına değil şirketin sahibi adına takibe konulmasının borcun ve senedin varlığını ortadan kaldırmayacağını, ibraz edilen belgelerle ispat edildiği üzere davacının müvekkilinden mobilya ve dekorasyon hizmeti satın aldığını, buna karşılık olarak da senet verdiğini, ancak senet bedellerini ödemediğini, bu nedenle senet bedellerinin tahsili için icra takibi başlatıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 20.04.2015 tarihli ve 2014/419 E., 2015/359 K. sayılı kararı ile; davacı ile davalının ortağı olduğu E. Grup Mobilya Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti. isimli firma arasında gerçekleşen alım satım ilişkisi nedeniyle davacının bu şirkete fatura borcunun olduğu, söz konusu faturalara ilişkin sipariş fişinde davacı ile davalının isim ve imzasının bulunduğu, davalının E. Mobilyanın ortağı olduğu, davalı her ne kadar borca karşılık olarak senetler verildiğini ileri sürse de senet verildiğini ve borcun ödendiğini ispatlayamadığı, dava dışı şirketin davacıdan alacaklı olduğu, senetlerin de belirtilen alacağa karşılık olarak düzenlendiği, eş söyleyişle davacının davalının ortağı olduğu şirketle ticarî ilişkisi olduğundan verdiği senet borcunu ödediğini kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 03.02.2016 tarihli ve 2015/10356 E., 2016/1416 K. sayılı kararı ile;

“…Taraf beyanları ile alınan bilirkişi raporundan davacının düzenleyen davalının lehtar sıfatını taşıdığı dava konusu senetlerin, davacı tarafından davalının da ortağı olduğu tüzel kişiliği bulunan E. Mobilya Ltd. Şti.’nden alınan mallara karşılık olarak verildiği anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle, senetlerin gerçek alacaklısı davalı değil, dava dışı şirkettir. Bu hale göre davacının lehtar davalıya değil, ancak dava dışı şirkete borcu olduğu ortadadır. Mahkemece bu yön gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir,…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 27.09.2016 tarihli ve 2016/475 E., 2016/461 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler yanında, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 12.04.1933 tarihli ve 1933/31 E, 1933/7 K. sayılı kararı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.10.2011 tarihli ve 2011/19-473 E. ve 2011/607 K. sayılı kararına yer verilmek suretiyle ve şirket adına sözleşme yapıp dört adet senet alındığı, davacı tarafından malların alındığı ve bu senetlerin haricinde davacının dava dışı şirkete ödeme yapmadığı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine göre şirket adına senet alınmadığından bahisle senetten dolayı borçlu olunmadığının tespiti talebinin reddine karar verilmesinin usul ekonomisi bakımından isabetli olduğu, bu davada davalının mükerrer ödeme yaptığı da ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının dava dışı E. Mobilya Ltd. Şti.’nin ortağı olduğu ve senetlerin gerçek alacaklısının davalı değil, dava dışı şirket olduğu uyuşmazlık dışı olan eldeki davada, mahkemece davacının lehtar davalıya değil, ancak dava dışı şirkete borcu olduğu hususunun esas alınarak hüküm kurulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

13. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2013, s. 346).

14. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.

15. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).

16. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.

17. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).

18. Hemen belirtilmelidir ki, dava konusu bonoların keşide edildiği tarihte yürürlükte olan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 17. maddesine göre, borcun sebebini ihtiva etmemiş olsa bile borç ikrarı geçerlidir. Her alacak hakkının varlığı, bunu sağlayan bir hukuk ilişkisine ve bunun sebebine dayanır. Bu sebep, alacak hakkının doğumunu, hukukça ödenmesi gerekli bir hakkın var olduğunu sağlayan bir olay veya tek taraflı ya da karşılıklı bir irade açıklamasını veya bu yol ile iki iradenin uygun olarak birleşmesiyle meydana gelir. Oysa, bu sebebi göstermeden, yalnız borçlu olduğunu açıklayan kişinin, iki taraf arasındaki ilişkinin nedenini göstermeden, bir hakkın veya borcun varlığını ödeneceği iradesini açıklamasını kanun yeterli görmüştür. Borcu doğuran irade açıklaması, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 201. maddesi hükmünce yazılı bir belgede tespit olunmuş ise, bu gibi durumlarda, borcu yükümlenen kişi, yükümlendiği borcun saikinin ve amacının kapsadığı yönü kural olarak, tanıkla ispatlayamaz. İradenin bu yolda açıklanmasını sağlayan nedenler, iradenin doğup gerçekleşmesini sağlayan ön nedenler, genellikle doğan hukukî sonuca etkili olmadıklarından daha çok bu açıklamanın amacı olan neden üzerinde durulmak gerekir.

19. Nitekim, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 17. maddesini yorumlayan 12.04.1933 tarihli ve 30/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, borç ikrarını içeren beyyine aleyhine delil ileri sürülebilir, ancak ikrarda borcun sebebi açıklanmış ise, davalı bu sebebin gerçekleşmediğini kanıtlayabilir. Eğer borcun sebebi belirlenmemiş ise, davalı önce ikrarın belli bir sebebi bulunduğunu, sonra bu sebebin gerçekleşmediğini kanıtlamak hakkına sahiptir. Görüldüğü üzere, HMK’nın 201.maddesi ile 12.04.1933 tarihli ve 30/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bedelsizlik iddiası ispat edilebilecektir.

20. Kambiyo senedi ve bononun hukukî niteliğine değinmek gerekirse; bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak, uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illî ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukukî işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir amaca ulaşmak istemektedir. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

21. Bu genel açıklamadan sonra, hemen belirtmelidir ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bağımsız borç ikrarını içerir (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (eTTK)’nun 691/1. maddesi).

22. Bonoda şekil şartları eTTK’nın 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” ya da “Emre Muharrer Senet” ibaresi, kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden ya da malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

23. Yerleşik Yargıtay kararlarında ve öğretide kabul edildiği üzere, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo hukuku yönünden bu kayıtların bir anlam ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, soyut bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehtar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’î nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırır.

24. Sözü edilen kayıtlar özellikle ispat hukuku açısından ilgilileri bağlayıcı niteliktedir. Bedel kaydı içeren bononun lehtarı, artık senedin “kayıtsız ve koşulsuz bir borç ikrarı olduğu” yolundaki soyutluk kuralına dayanamayacaktır.

25. Borç ikrarını içeren bir belge aleyhine kanıt sunulabilir. Ancak; ikrar borcun nedenini içeriyorsa, sadece bu nedenin gerçekleşmediğinin kanıtlanması gerekir (YİBK’nın 12.4.1933 gün ve 1933/30-6 sayılı ilamı).

26. Bonoda kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı “malen” kaydıyla ya da bir alacak borç ilişkisine dayandığı “nakten” kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin ta’lili (nedene, illete bağlanması) anlamına gelir ki, böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Senedi ta’lil eden, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer. Senette borcun nedeni “mal” ya da “nakit” olarak belirtilmişse, tarafların yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır. Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, lehine olan senet karinesi çürümüş sayılacak, bunun sonucu olarak da, iddiası paralelinde ispat yükünü de üstlenecektir. Buna senedin ta’lili denmektedir. Bu anlamda ta’lil senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelmektedir.

27. Nihayet, “malen” ibaresi bulunan bir bonoda malın teslim alındığı, borçlu tarafından ikrar edilmiştir. Alacaklının malı teslim ettiğini kanıtlamak yükümlülüğü yoktur. Yazılı ikrarın aksini diğer bir deyişle, malın teslim edilmediğini borçlu kanıtlamak yükümlülüğündedir. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.04.2015 tarihli ve 2013/19-1622 E., 2015/1238 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

28. Çekişmeli vakıaların ispatı için ise delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada kesin deliller arasında sayılan “ikrar” kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.

29. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 188. maddesinde taraflar veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıaların çekişmeli olmaktan çıkacağı ve ispatının gerekmediği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.

30. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukukî sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt:2, Ankara 2001, s.2037 ve devamı; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, İstanbul 1984, s.549 ve devamı; Bilge, Necip: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Ankara 1978, s.510 ve devamı; Tanrıver, Süha: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 ve devamı.).

31. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukukî sebepler de ikrara konu olamazlar. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.09.2021 tarihli ve 2017/(13)3146 E., 2021/1051 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

32. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava 14.02.2012 keşide tarihli, lehtarı davalı, keşidecisi ise davacı olan iki adet bono nedeniyle davacı aleyhine başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu bulunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece; davacının, davalının ortağı olduğu dava dışı E. Grup Mobilya Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti.’nden mal aldığı, bu şirkete fatura borcunun bulunduğu, söz konusu faturalara ilişkin sipariş fişinde davacı ile davalının adlarının ve imzalarının yer aldığı, dava konusu senetlerin de dava dışı şirkete olan borç sebebiyle verildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

33. Dosyada yer alan ticaret sicil kaydına göre dava konusu bonolarda lehtar olan davalının dava dışı E. Mobilya San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin yetkilisi olması onu dava konusu bonolardan dolayı alacaklı yapmaz. Zira biri gerçek kişi diğeri tüzel kişi olup, davalı sadece tüzel kişiliği bulunan şirketin temsilcisidir.

34. Önemle vurgulamak gerekir ki, yargılama sırasındaki taraf beyanlarına ve düzenlenen bilirkişi raporuna göre malen kaydı ile davalı adına düzenlenen bonoların asıl alacaklısı dava dışı şirket olup, davacının lehtar davalıya değil, ancak dava dışı şirkete borcu olduğu açık olduğundan tarafların buna ilişkin ikrarının dikkate alınması gerekir.

35. Zira, tarafların asıl alacaklının dava dışı şirket olduğunu ikrar etmesiyle, kambiyo hukukuna ilişkin ilkelerin eldeki davada uygulama imkânı kalmadığı gibi, ikrarın da tarafları bağlayacağı kuşkusuzdur. Mahkemece bu husus gözetilmeden açıklanan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; taraflar arasındaki temel ilişkinin ortadan kalkmadığı, bononun kıymetli evrak niteliğini ortadan kaldıracak bir durumun söz konusu olmadığı, sadece faturalara bakılarak bir sonuca ulaşılamayacağı, davacı dava konusu bonoları verdiğini kabul ediyorsa mal almadığını ya da bono bedelini ödediğini ispat etmesi gerektiği, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

37. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere ve bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

38. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18.11.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

Hüseyin TUZTAŞ’ın KARŞI OYU:

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin dava dışı E. Mobilya Orman Ürünleri Tekstil San. ve Ltd. Şti. ile ticarî ilişki nedeniyle senetler imzalandığını ve senetlerden bir tanesinin de işleme konulduğunu, davalı ile müvekkilinin hiçbir ticarî ilişkisinin olmadığını, bu nedenle de davalıya herhangi bir borcunun bulunmadığını, buna rağmen davalının müvekkili aleyhine İstanbul 26. İcra Müdürlüğünün 2012/18694 E. sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlattığını, takibe konulan bono üzerinde “malen alınmıştır” ibaresinin yer aldığını, dolayısıyla davalının mal satımını gösteren fatura ve sevk irsaliyelerini ibraz etmesi, eş söyleyişle ticarî ilişkinin ispat edilmesi gerektiğini ileri sürerek müvekkili hakkında yapılan icra takibinin iptaline, davalının alacağın %40’ından az olmamak üzere haksız takip tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının müvekkilinden mobilya ve dekorasyon hizmeti satın aldığını karşılığında dava konusu senetleri verdiğini ancak senet bedellerini ödemediğini davacının senetteki imzasına itiraz etmediğini senedin şirket adına değil de şirket sahibi adına olmasının senetteki borcu ortadan kaldırmayacağını davacının senetten borcunun olmadığı anlamına gelmeyeceğini böyle bir niyetinin olsa şirket yetkilisi olarak araya ciro koymasının çok basit olduğu bu nedenle senet bedellerinin tahsili için icra takibi başlatıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacı ile davalının ortağı olduğu E. Mobilya isimli firma arasında gerçekleşen alım satım ilişkisi nedeniyle davacının bu şirkete fatura borcunun olduğu, söz konusu faturalara ilişkin sipariş fişinde davacı ile davalının isim ve imzasının bulunduğu ve davalının E. Mobilyanın ortağı olduğu, davalı her ne kadar borca karşılık olarak senetler verildiğini ileri sürse de senet verildiğini ve borcun ödendiğini ispatlayamadığı, dava dışı şirketin davacıdan alacaklı olduğu, senetlerin de belirtilen alacağa karşılık olarak düzenlendiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece; “…Taraf beyanları ile alınan bilirkişi raporundan davacının düzenleyen davalının lehtar sıfatını taşıdığı dava konusu senetlerin, davacı tarafından davalının da ortağı olduğu tüzel kişiliği bulunan E. Mobilya Ltd. Şti.’nden alınan mallara karşılık olarak verildiği anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle, senetlerin gerçek alacaklısı davalı değil, dava dışı şirkettir. Bu hâle göre davacının lehtar davalıya değil, ancak dava dışı şirkete borcu olduğu ortadadır. Mahkemece bu yön gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir,…” gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece; önceki kararındaki gerekçeleri genişleterek direnme kararı vermiştir.

Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; Lehtarının davalı olduğu dava konusu bonolarda “malen alınmıştır” kaydı karşısında bonodan dolayı gerçek alacaklının dava dışı E. Mobilya Ltd. Şti.’mi yoksa davalı mı olduğu noktasında toplanmaktadır.

Kıymetli evrak 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun üçüncü kitabı ve 645 ile 849 maddeleri arasında düzenlenmiştir. 645. madde de “Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki, bunların içerdikleri hak, senetten ayrı olarak ileri sürülemediği gibi başkalarına da devredilemez.” şeklinde tanımlanmıştır. Bir başka anlatımla kıymetli evrakla taşıdığı hak bütünleşmiştir. Senet varsa hakta vardır. Senet yoksa hak da kalmamıştır.

Kural olarak kıymetli evrakın soyutluk (illetten mücerretlik) ilkesi gereği temel ilişkiden ayrı olarak tek başına senetten kaynaklanan hak talep edilir.

Bonoda bedel kaydı TTK 776 maddesinde bir unsur olarak sayılmamıştır. Bu nedenle bononun bedelsiz kaldığını yada olduğunu iddia eden tarafça ispat edilmesi gerekmektedir. TTK 776. maddesinde bononun kayıtsız ve şartsız belirli bir bedeli ödemek vaadini içermesi gerektiği bir unsur olarak gösterilmiştir. Bu nedenle bono, mücerret (soyut) borç ikrarı içeren bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen ile bononun lehtarı arasında bononun verilmesine neden olan hukukî işlemle bağlı değildir. Ancak bonoya “malen” yada “nakden” “teminattır” “bedeli malen ahzolunmuştur” gibi bedel kaydı konulabilir. Böyle bir kayıt olması durumunda bononun bu nedenle düzenlendiği kabul edilecektir.

Bono da “malen” kaydının bulunması bononun bir mal karşılığı verildiğine karine teşkil eder. Malen bedel kaydı düzenleyen yada lehtar tarafından değiştirilmediği taktirde malın teslim edilmediğini ve bononun bedelsiz kaldığını iddia eden yada savunan senedi düzenleyen borçlu ispat etmek zorundadır.

Somut davada davacı ticarî ilişki nedeniyle davalıya bono verdiğini kabul etmiş imzasına da itiraz etmemiştir. Her iki tarafta bonoların mal alımı karşılığı verildiği ifade ettiği bonolarda “malen” kaydı yer almasına göre bonoda ki malen kaydının taraflarca da değiştirilmediği anlaşılmasına göre ispat yükü yer değiştirmemiştir. Bu durumda imzasını kabul ettiği ve ticarî ilişki nedeniyle verdiğini kabul ettiği malen kaydı bulunan bonoları davalıdan mal alarak davaya konu bonoları verdiğine karine teşkil ettiğinden mal almadığını davacı ispat yükü altındadır. Davacı dosya içerisinde sunulan belge ile davalının teslim ettiği teslim alarak yine davacının dava dilekçesindeki beyanına göre davaya konu bonoları imzalayarak verdiğine göre davacı dava dilekçesinde iddia ettiği gibi mal almadığını ispat edememiştir.

Davaya konu bono kıymetli evrak olup temel ilişkiden soyut olarak üzerinde bulunan hak talep edilebilir. Davalının cevap dilekçesinde davacının iddiasına dayanak malı şirketten aldığı davalıdan mal almadığı vakıasını ikrarını gösteren bir beyanı bulunmadığına göre illetten mücerret olan bononun başka sebeplere bağlanarak davacının dava dışı şirketten mal aldığı davalıdan mal almadığı davacının davalıya borcunun bulunmadığının kabulü kıymetli evrakın kıymetini ortadan kaldıran soyutluk ilkesini ortadan kaldıran bir düşünce olup kabul edilmesi mümkün değildir. Bu gerekçelerle mahkeme kararının belirtilen bu gerekçelerle gerekçesi düzeltilerek onanması gerekirken kıymetli evrakın ilkelerine uygun olmayan gerekçelerle çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

HGK. 18.11.2021 T. E: 2017/(19)11-3090, K: 1460

Başa dön tuşu