2022 YılıİBK & Anayasa Mah. K.İhalenin FeshiSorumluluk&Tazminat

Başvurucunun evinin satılmasına ilişkin ihalenin mahkeme kararıyla feshedildiğinin özellikle altını çizmek gerekir. Dolayısıyla başvurucunun zararının hesaplanmasında ihalenin feshedildiği gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durumda ihalenin geçerli olduğu kabulü üzerinden yapılacak hesaplamanın mülkiyet hakkına yapılan kanuna aykırı müdahalenin sonuçlarını telafi etmeme riski bulunmaktadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SEYFETTİN ŞİMŞEK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/21111)
Karar Tarihi: 30/3/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 20/7/2022-31898
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Kadir ÖZKAYA
Üyeler : Engin YILDIRIM
    M. Emin KUZ
    Basri BAĞCI
    Kenan YAŞAR
Raportör : Ayhan KILIÇ
Başvurucu : Seyfettin ŞİMŞEK
Vekili : Av. Mustafa Hayri ÖZTÜRK

 BAŞVURUNUN KONUSU

Başvuru, taşınmazın usulsüz olarak düzenlenen kıymet takdir raporuna dayalı olarak düşük bedelle satılması sebebiyle oluşan zararın tazmini için Adalet Bakanlığı aleyhine açılan davada yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

BAŞVURU SÜRECİ

Başvuru 25/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

Başvurucu 1955 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir.

Olayın Arka Planı

Başvurucu aleyhine Bakırköy 2. İcra Dairesi Müdürlüğünde başlatılan takip neticesinde başvurucunun İstanbul ili Silivri ilçesi Kurfalı köyünde bulunan evi haczedilmiştir. Bilirkişi olarak atanan mimar S.H. 17/7/2002 tarihli raporunda taşınmazın değerini 67.600 TL olarak takdir etmiştir. Taşınmaz ilk ihalede satılamasa da 8/8/2003 tarihinde yapılan ikinci ihalede 37.310 TL bedelle Ş.A.ya satılmıştır.

İhale ilanına ilişkin Muhtarlık Askı Tutanağı ihalenin yapıldığı tarihten sonra -12/8/2003 tarihinde- İcra Dairesine ulaştığı hâldeİcra MüdürüA.E. tarafından 28/7/2003 tarihinde ulaşmış gibi havale edilmiştir.

Tarafların derece mahkemelerindeki yargılama sırasındaki beyan ve açıklamalarından başvurucunun 2003 yılında ihalenin feshi davası açtığı ancak bu davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.

Başvurucu 2003 yılında Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinde taşınmazın değerinin tespit edilmesi talebinde bulunmuştur. Anılan mahkemeye sunulan 22/9/2003 tarihli bilirkişi raporunda taşınmazın değeri 1/9/2003 tarihi itibarıyla 114.000 TL olarak belirlenmiştir.

Başvurucunun şikâyeti üzerine taşınmazının kıymetinin usulsüz olarak düşük takdir edildiği suçlamasıyla bilirkişi S.H. ile ihale işlemini yürütenİcra MüdürüA.E. aleyhine ceza soruşturması başlatılmıştır. Silivri 1. Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 3/11/2009 tarihli kararıyla gerçeğe aykırı rapor düzenlendiği fiili sabit görülerek S.H. ve A.E.nin mahkûmiyetine ancak sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmetmiştir. Asliye Ceza Mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 4/11/2004 tarihli bilirkişi raporunda taşınmazın değerinin 95.000 TL olduğu tespiti yapılmıştır.

Başvurucu 21/12/2009 tarihinde Silivri 1. İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) 2003 yılında açtığı ihalenin feshi davasında verilen davanın reddine ilişkin hüküm yönünden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. İcra Hukuk Mahkemesi 23/7/2010 tarihinde yargılamanın yenilenmesi istemini kabul ederek 8/8/2003 tarihli ihalenin feshine karar vermiştir. Bu karar, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi tarafından 20/6/2011 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.

Tazminat Davasına İlişkin Süreç

Başvurucu 30/12/2009 tarihinde Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Bakanlık aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Asliye Ceza Mahkemesinin 3/11/2009 tarihli kararıyla bilirkişi veicra müdürünün ortak fiiliyle başvurucunun evinin değerinin gerçeğinden düşük gösterildiği ve bu suretle zarara uğratıldığı belirtilmiştir. Dilekçede, Bakanlığın 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca bu zarardan sorumlu olduğu ileri sürülmüştür. Dilekçede, başvurucunun zararının evin bedeli ile yoksun kaldığı kira bedellerinden ve açılan davalar sebebiyle yapılan masraflar ile ödenen avukatlık ücretlerinden oluştuğu iddia edilmiş, bunların tazmini talep edilmiştir.

Bakanlığın Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu savunma yazısında; Asliye Ceza Mahkemesince yapılan bedel tespitinin satıştan bir yıl sonrasına ilişkin olduğu ve iki rapor arasında çok bariz bir farkın da bulunmadığı, kaldı ki taşınmazın İcra Dairesi tarafından belirlenen bedelden bile satılamadığı, dolayısıyla başvurucunun zarar iddiasının afaki olduğu iddia edilmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesince taşınmaz mahallinde keşif icrasından sonra bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 7/5/2013 havale tarihli bilirkişi raporunda, taşınmazın değeri dava tarihi itibarıyla (30/12/2009) 234.524 TL, 17/7/2002 tarihi itibarıyla ise 117.509 TL olarak saptanmıştır. Raporda ayrıca 8/8/2003 ila 30/12/2009 tarihlerindeki dönem için 4.488 TL kira geliri hesaplanmıştır.

Bilirkişi raporuna itiraz üzerine başka bir bilirkişi tarafından düzenlenen 13/11/2013 havale tarihli raporda taşınmazın 30/12/2009 ve 17/7/2002 tarihlerindeki değeri yönünden önceki rapor teyit edilmiş ancak kira geliri 12.574 TL olarak bulunmuştur.

Mahkeme ayrıca başvurucunun açtığı davalarla ilgili olarak yaptığı masrafların hesaplanması için de bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bu amaçla hazırlanan 21/4/2014 havale tarihli bilirkişi raporunda başvurucunun ihaleden sonra açtığı veya katıldığı tüm davalarda yaptığı masraf ve avukatlık giderlerinin toplamı 12.557,60 TL, bunlara işleyen faiz ise 12.223,87 TL şeklinde tespit edilmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesi 6/5/2014 tarihinde maddi tazminat istemi yönünden davayı kabul ederek başvurucu lehine evin değeri için 234.524 TL, yoksun kalınan kira gelirleri için 12.574 TL ve bu olaydan dolayı açtığı veya katıldığı davalarda yüklendiği yargılama masrafları için -başvurucunun talebiyle bağlı kalınarak- 10.000 TL olmak üzere toplam 257.098 TL tazminata hükmetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun manevi tazminat talebini ise reddetmiştir.

Bakanlığın temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 28/4/2015 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde, ihalenin feshine ilişkin icra mahkemesi kararlarının kesin hüküm oluşturduğu ve eldeki tazminat dosyası yönünden bağlayıcı olduğu vurgulanmıştır. Daire, ihalenin feshi davasında ceza dosyası esas alınarak hüküm kurulması sebebiyle taşınmazın 17/7/2002 tarihi itibari değerinin Asliye Ceza Mahkemesine sunulan rapordaki gibi 95.000 TL olduğunun kabulü gerektiğini ifade etmiştir. Bu durumda başvurucunun zarar olarak talep edebileceği miktarın bu bedel esas alınarak ve oranlama yapılmak suretiyle belirlenmesi gerektiğini kabul eden Daire, kira bedeli ve dava masrafları olarak adlandırılan zarar kalemlerine ilişkin talebin tümden reddi gerektiğini vurgulamıştır. Daireye göre yargılama gideri ve vekâlet ücreti, ilgili bulunduğu dava veya takipte hüküm altına alınmakta, ayrı bir davaya konu edilememektedir.

Bozmaya uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 22/12/2016 tarihinde davayı kısmen kabul ederek başvurucu lehine 15.122,69 TL tazminata hükmetmiştir. Kararda; taşınmazın 17/7/2002 tarihindeki değeri 95.000 TL olarak kabul edilmiştir. Taşınmazın satış bedeli ise bu meblağın 37.310 TL’nin 67.600 TL’ye oranlanmasıyla bulunan katsayıyla çarpımı suretiyle 52.432,69 TL olarak tespit edilmiştir. İhale sırasında ödenen 37.310 TL’nin bu miktardan çıkarılmasıyla elde edilen 15.122,69 TL başvurucunun zararı olarak dikkate alınmıştır. Başvurucunun diğer talepleri ise Daire kararına atıfla reddedilmiştir.

Karar, Dairenin 16/1/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 9/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 13/9/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

İLGİLİ HUKUK

2004 sayılı Kanun’un 5. maddesi şöyledir:

“İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır.”

İNCELEME VE GEREKÇE

Anayasa Mahkemesinin 30/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

Başvurucu;icra müdürüve kıymet takdiri yapan bilirkişinin usulsüz işlemlerine dayalı olarak taşınmazının satılmasının hukuka aykırı olduğunu ve bunun mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, evinin tam bedelinin hesaplanarak tazminat olarak ödenmesi gerektiğini belirtmiş; evinin 1.000.000 TL olduğunu iddia ettiği güncel değeri yerine 15.122,69 TL tazminata hükmedilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini savunmuştur. Başvurucu 17 yıl süren yargılama sonucunda hükmedilen tutarın cüzi olduğunu, söz konusu tazminatın bu olay sebebiyle açmak zorunda kaldığı davalardaki yargılama giderini dahi karşılamadığını öne sürmüş, Yargıtayın yerleşik uygulamalarına aykırı olduğunu iddia ettiği kararın adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir.

Bakanlık görüşünde, başvurucunun temyiz dilekçesinde faiz talebine yönelik bir iddiada bulunmadığına dikkat çekilmiştir.

Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

Değerlendirme

Anayasa’nın“Mülkiyet hakkı”kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

Anayasa’nın“Temel hak ve hürriyetlerin korunması”kenar başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de şikâyetin özünün hukuka aykırı olduğu saptanan ihaleyle satılan taşınmazının bedelinin ödenmemesi oluşturduğundan mülkiyet hakkını ilgilendirdiği değerlendirilmiştir. Öte yandan bireysel başvuruya konu davanın, yargı kararıyla feshedilen ihale dolayısıyla uğranılan zararın tazminine ilişkin bir başvuru süreciyle ilgili olması sebebiyle başvurucunun şikâyetinin Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Başvurucunun şikâyeti evin bedeline yönelik olup dava dilekçesinde talep ettiği kira bedeli ile katlandığı yargılama giderlerine yönelik bir iddiası bulunmadığından Anayasa Mahkemesince ev bedeliyle sınırlı olarak inceleme yapılacaktır.

Kabul Edilebilirlik Yönünden

Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Esas Yönünden

Mülkün Varlığı

Somut olayda başvurucunun taşınmazı İcra Dairesi tarafından satılmıştır. Satılan taşınmazın başvurucuya ait olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığından mülkün var olduğu açıktır.

Genel İlkeler

Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T.[GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47;Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).

Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).

Anayasa’nın 35. maddesinde“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.”hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 5. maddesi ise insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, §§ 46, 48).

Kamu görevlilerinin kamu hizmetini yürütürken tesis ettikleri hukuka aykırı işlemler sebebiyle kişilerin mülkünün zarar görmesi hâlinde mağdurların uğradığı zararın telafisi için yetkili makama başvurma imkânının, diğer bir ifadeyle etkili başvuru hakkının sağlanması Anayasa’nın 40. maddesinin gereğidir.

İlkelerin Olaya Uygulanması

Somut olayda özel bir kişi tarafından başlatılan cebri icra sürecinde başvurucunun evi haczedilmiştir.İcra müdürünce görevlendirilen bilirkişi tarafından taşınmazın değeri 67.600 TL olarak takdir edilmiş, akabinde 8/8/2003 tarihinde yapılan ihalede taşınmaz 37.310 TL bedelle satılmıştır. Ancak başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan ceza soruşturması neticesinde açılan kamu davasında verilen hükümle, İcra Dairesi bünyesinde hazırlanan bilirkişi raporunun gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği sabit görülmüştür. Ayrıca İcra Hukuk Mahkemesinin 23/7/2010 tarihli kararıyla da 8/8/2003 tarihinde gerçekleştirilen ihalenin feshine hükmedilmiştir.

İhalenin hukuka aykırı olduğu tespit edilerek iptal edilmesi, başvurucunun taşınmazının satışı suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğunun, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin tespit edildiği anlamına gelmektedir. Başvurucu, İcra Hukuk Mahkemesinin 23/7/2010 tarihli kararıyla tespit edilen ihlalin, tazminat ödenmesi suretiyle giderilmesi için derdest başvuruya konu davayı açmıştır.

Bu durumda Anayasa Mahkemesince incelenecek ilk mesele başvurucunun hukuka aykırı ihale sebebiyle ortaya çıkan zararının tazminini sağlayabileceği etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığıdır. Somut olayda başvurucu, 2004 sayılı Kanun’un 5. maddesine dayanarak Bakanlık aleyhine tazminat davası açmıştır. 2004 sayılı Kanun’un 5. maddesinde, icra ve iflas dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan zararların tazmini istemiyle idare aleyhine adliye mahkemelerinde tazminat davası açılabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla başvurucununicra müdürünün hukuka aykırı ihale işlemi sebebiyle uğradığı zararların tazmini için teorik düzeyde etkili olan bir yolun bulunduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesince incelenecek ikinci mesele ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucunun davasında fiilen işleyip işlemediği, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup sunmadığıdır. Başvurucu, dava dilekçesinde evinin güncel değeri ile yoksun kaldığı kira bedellerinin ve bu olay sebebiyle açtığı veya katıldığı davalarda katlandığı yargılama giderlerinin tazminini istemiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun tazminat taleplerini haklı bulmuş ve başvurucu lehine; evin değeri için 234.524 TL, yoksun kalınan kira gelirleri için 12.574 TL ve bu olaydan dolayı açtığı veya katıldığı davalarda yüklendiği yargılama masrafları için 10.000 TL olmak üzere toplam 257.098 TL tazminata hükmetmiştir. Buna karşılık Daire; başvurucunun zararının taşınmazın Asliye Ceza Mahkemesindeki dosyada tespit edilen gerçek değeri olan 95.000 TL yerine 67.600 olarak ihaleye çıkarılmasından kaynaklandığını, buna göre zararın feshedilen ihalenin satış bedelinin muhammen bedeline oranının 95.000 TL’ye uygulanması suretiyle hesaplanması gerektiğini kabul etmiştir. Bozmaya uyan Asliye Hukuk Mahkemesi taşınmaz bedeli 95.000 TL olarak ihaleye çıkarılmış gibi değerlendirme yapmış, buna göre satış bedelini 52.432,69-TL olarak tespit etmiş, önceki satış bedelinden arta kalan 15.122,69 TL’nin tazminat olarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.

Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı, temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla oluşturulan idari ve yargısal mekanizmalara yapılan başvuruların mutlaka başvurucu lehine sonuçlanmasını güvence altına almamaktadır. Bu bağlamda ilgili idari ve yargısal mercilere düşen ödev, başvurucunun şikâyetinin esasını inceleyerek ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karara bağlamaktır. Bununla birlikte mahkemelerin yorum ve değerlendirmelerinin söz konusu başvuru yoluna müracaat edilmesini anlamsız kılacak, başarı şansını zayıflatacak derecede keyfîlik içermesi ya da açıkça makul olmayan bir muhakemeye dayanması hâlinde ekili başvuru hakkı ihlal edilebilir.

Zararın tespitinde taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki değerinin esas alınmasının keyfî ve temelsiz olmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararında da kabul edildiği üzere taşınmazın müdahale anındaki değerinin hesaplanması dışındaki seçenekler taşınmaz değerinde sonradan meydana gelen artış veya azalmalar nedeniyle malikin haksız kazanç elde etmesine veya haksız yere zarara uğramasına yol açabilir. Nitekim AİHM’in yaklaşımı da taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki değerinin verilmesi yönündedir (Vistiņš ve Perepjolkins/Letonya[BD], B. No: 71243/01, 25/10/2012, §§ 110, 111).

Öte yandan taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihteki değerinin Asliye Ceza Mahkemesindeki yargılamada tespit edilen 95.000 TL olarak esas alınmasında da mülkiyet hakkını ihlal eden bir yön bulunmamaktadır. Bu bağlamda Dairenin, ihalenin İcra Hukuk Mahkemesince feshedilmesinde Asliye Ceza Mahkemesine sunulan bilirkişi raporunun etkili olduğu, dolayısıyla taşınmazın değeri olarak bu raporun esas alınması gerektiği yönündeki değerlendirmesi makul ve başvurucunun düçar olduğu gerçek zararı tespite elverişli bulunmuştur.

Bununla birlikte başvurucunun evinin satılmasına ilişkin ihalenin mahkeme kararıyla feshedildiğinin özellikle altını çizmek gerekir. Dolayısıyla başvurucunun zararının hesaplanmasında ihalenin feshedildiği gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durumda ihalenin geçerli olduğu kabulü üzerinden yapılacak hesaplamanın mülkiyet hakkına yapılan kanuna aykırı müdahalenin sonuçlarını telafi etmeme riski bulunmaktadır.

Daire kararında ihalenin feshine ilişkin icra mahkemesi kararlarının kesin hüküm oluşturduğu ve eldeki tazminat dosyası yönünden bağlayıcı olduğu vurgulanmış olsa da zararın hesaplanması için önerilen yöntem ihalenin feshedilmiş olduğu gerçeğini ıskalamaktadır. Daire, ihalenin 67.600 TL yerine 95.000 TL üzerinden açıldığı varsayılarak hareket edilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Oysa feshedilen bir ihalenin yapıldığı kabulü üzerinden hesaplama yapılması makul değildir. Mahkeme kararıyla ihale feshedildiğine göre ihlalin gerçek manada giderimi ancak zararın, söz konusu ihalenin hiç yapılmadığı kabul edilerek hesaplanması hâlinde sağlanabilecektir. Diğer bir ifadeyle başvurucunun, hukuka aykırı olduğu saptanan ihalenin hiç yapılmamış olması hâlinde içinde bulunacağı konuma en yakın duruma getirilmesi temin edilmelidir. Bu da taşınmazın ihale tarihindeki bedelinin ihale bedeli düşüldükten sonraki kısmının güncel değerinin ödenmesini zaruri kılmaktadır.

Bu durumda Dairenin zararın hesaplanmasında ihalenin feshedildiği gerçeğini dikkate almayan yorumunun başvurucunun mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesini önlediği değerlendirilmiştir. Anılan yorum sebebiyle, teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen başvuru yolu somut olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirmiştir.

Sonuç olarak Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Giderim Yönünden

Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinde yer almaktadır.

Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargımercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılamaişlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talepleri kabul edilmemiştir.

HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ve mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Silivri 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/97, K.2016/289) GÖNDERİLMESİNE,

Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu